Kültür, sanat ve eğitim alanındaki emekçiler, 10 No’lu işkolunun yarattığı yüksek baraj ve geniş kapsam nedeniyle örgütlenme hakkını kullanamıyor. Sendikalar, “Bu sistemde bizi yok sayıyorlar. Sektörde 20 bin işçi varken 45 bin işçilik baraja erişmemiz imkânsız” diyor.
Ebru ÇELİK
Türkiye’de emek sömürüsünün en vahşi biçimi, özellikle kültür, sanat ve eğitim alanlarında yoğunlaşıyor. Güvencesiz, kısa süreli, sigortasız çalışma pratikleri bu sektörlerde adeta norm haline gelirken, yasal düzenlemelerin dayattığı sendikal barajlar, örgütlenme hakkının fiilen yok sayılmasına yol açıyor.
Sinema, tiyatro, müzik, özel eğitim gibi alanlarda çalışan emekçiler, “10 No’lu İşkolu” olarak bilinen devasa işkolu içinde sıkışıp kalıyor. Eğitimciler, sanatçılar, büro emekçileri, çağrı merkezi çalışanları, market çalışanları ve daha birçok meslek grubu aynı potada eritiliyor. Bu işkolundaki yüzde 1 barajına, ticaret, büro emekçileri kolayca erişebilirken kültür-sanat sendikaları 45.000’in üye sayısının yanına yaklaşamıyor. Bu durumu yaşayan emekçiler ise işkolunun sektörlerin özelliklerine göre ayrılması gerektiğini öne çıkarıyor.
Sendikalar, “Bizi görünmez kılıyorlar” diyerek bu yapının değiştirilmesini talep ediyor. Kültür-sanat alanında, oyun ve film emekçilerinden, müzik ve sahne sanatçılarına; özel sektör öğretmenlerinden birçok sendika ortak bir noktada buluşuyor: “Bu işkolu bizim haklarımızı gasp ediyor, örgütlenme yollarımızı kapatıyor.”
TORBA İŞKOLU
Sinema Emekçileri Sendikası (Sine-Sen) Galip Görür, “Kültür-sanat alanında çalışanların temel sorunu, hak ettikleri biçimde temsil edilmemeleri” diyerek “Şu anda 10 No’lu işkolunda yaklaşık 4,5 milyon işçi var. Ancak bu işkolu, tabiri caizse, bir ‘torba işkolu’ haline getirilmiş. İşverenlerin toplu iş sözleşmesi yapmasını istemediği çalışanlar buraya yönlendiriliyor. Bu durum, bizim için ciddi ve yapısal bir sorun teşkil ediyor. Türkiye’de sendikaların toplu iş sözleşmesi yapabilmesi için yüzde 1 barajını aşması gerekiyor. 10 No’lu işkolunda bu yaklaşık 45 bin üyeye tekabül ederken, kültür-sanat alanındaki fiili çalışan sayısı en iyimser tahminle 20 bin civarında. Yani sektördeki herkes sendikaya üye olsa bile bu barajı geçmek mümkün değil” diye belirtti.
İşverenler de bu durumu suiistimal ettiğini vurgulayan Görür, “Film, tiyatro, dizi gibi yapımlarda çalışanları tekstil ya da inşaat gibi alakasız işkollarından SGK’ya giriş yaparak gösteriyorlar. Böylece sanat çalışanlarının sendikal hakları tamamen bloke ediliyor. Bir de ‘bölüm başı’ çalışma modeli var. Bu, sektörün özelinde gelişmiş, yasal zemini olmayan bir çalışma biçimi. Sanatçılar uzun süre çalışsalar bile sigorta günleri birikmiyor; kıdem ve ihbar tazminatlarından mahrum kalıyorlar” dedi.
Görür, kültür-sanat alanında faaliyet gösteren sendikaların 10 No’lu işkolunda kalması halinde, toplu iş sözleşmesi hakkı kazanmanın mümkün olmadığını söyleyerek, çözüm için ya 4857 sayılı İş Kanunu’na özel maddeler eklenmeli ya da Sinema ve Kültür Sanat İş Yasası çıkarılması gerektiğini söyledi.
Görür, “Mevcut işkolu, güçlü bir örgütlenme ve işverenle eşit masaya oturma şansımızı engelliyor. Taleplerimiz sadece haklarımızı korumak için değil; Türkiye’de kültür ve sanat üretiminin sürdürülebilirliği için de elzemdir” diyerek talepleri sıraladı:
• Kültür-sanat emekçileri için müstakil bir işkolu,
• 4857 sayılı yasaya sektöre özgü düzenlemeler,
• Deneme süresi ve bölüm başı ücretlendirme gibi sektöre aykırı uygulamaların kaldırılması,
Barajı geçmek imkânsızİşkoluna kayıtlı 29 sendikanın yalnızca 3’ü sendika barajını geçebilmiş durumda.
2013’te işkolundaki 2 milyon 151 bin 600 işçinin yüzde 4,3’ü sendikalıydı. 2025’te çalışan sayısı 2 kat arttı ancak sendikalıların oranı yalnızca 3 puan artarak yüzde 7,2 oldu.
Son 2 yılda çalışan sayısı 510 bin artarken bunların yalnızca yalnızca 48 bini sendikaya üye oldu.
ÖZGÜN KOŞULLAR ESAS
Çalışma Ekonomisi Uzmanı Av. Dr. Murat Özveri “Kültür-sanat emekçileri, 10 No’lu işkolunda yer alıyor ama bu işkolu çok geniş ve baraj çok yüksek: 45 bin üye lazım, oysa en fazla 20 bin kişi var. Toplu sözleşme yapmamız imkânsız. Bu nedenle ya ayrı bir işkolu ya da yasada özel düzenleme gerekiyor” diyerek “Bu alan özgün sorunlarla dolu: kısa süreli işler, taşeronluk, sigortasızlık, tazminat haklarının kaybı. Bunların çözümü ya yeni işkolu ya da yasada sektöre özgü düzenleme” diye konuştu.
Özveri, “Sendika örgütlenmesi için birçok hukuki süreçte yer aldık. Ama işkolu düzeyinde örgütlenmek neredeyse imkânsız çünkü işkolundaki üyeler yeterli değil” diyerek konuşmasına şu şekilde devam etti:
“Meslek sendikaları daha fazla üyeye sahip olsalar da barajı aşamıyor. Örneğin Öğretmenler Sendikası 13 bin üyeye sahip ama işkolu barajını geçemediği için toplu sözleşme yapamıyor. İşkolunun çok geniş olması hem örgütlenmeyi hem temsiliyeti zorlaştırıyor. Herkes ‘insan’sa farklılıklar yok sayılıyor. Oysa eğitim, sağlık, sanat gibi alanların özgün koşulları var. Sanatçı ile market çalışanını aynı sepette toplamak temsiliyeti zedeliyor. Avrupa’da işkolu belirlemede özgün nitelikler esas alınıyor. Temsil yeterliliği işçinin iradesine bağlı, baraj değil. En pratik çözüm işyeri düzeyinde toplu sözleşme yapan sendikalar için işkolu barajının kaldırılmasıdır. Baraj sadece işkolu sözleşmeleri için geçerli olmalı. Bugün örgütlenme işkoluna göre yapılıyor ama toplu sözleşme işyeri bazlı. Bu çarpıklık düzeltilmeli.”
SEKTÖRÜN YÜZDE 90’I SİGORTASIZ İŞLERE MECBUR
Müzik ve Sahne Sanatçıları Sendikası (Müzik-Sen) Genel Başkanı Fatih Özakoğlu, 10 No’lu işkolunda 4,5 milyon işçinin olduğunu ve sendikanın bu rakamlara ulaşmasının imkansız olduğunu belirterek konuşmasında şu ifadelere yer verdi:
“İş Kanunu’ndaki ‘işçi’ tanımı bize uymuyor. Çünkü tanım sadece hizmet sözleşmesiyle çalışan, yani sigortalı işçileri kapsıyor. Oysa sektörümüzde çalışanların yüzde 90’ı sigortasız. Bu yüzden resmi olarak işçi sayılmıyorlar ve Çalışma Bakanlığı kayıtlarında görünmüyorlar. Bizim sendikamızda 3 bin 300 üye var, ancak sadece 21’i sigortalı olduğu için kayıtlarda görünüyor. Tez-Koop-İş’in 126 bin üyesi var ve bu koşullarda barajı aşmak imkânsız. Sendikalar yasasında değişiklik yapılmalı. Sigortasız çalışanlar da sendikalı sayılmalı. Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası ile de konuşuyoruz, ortak mücadele edeceğiz. Sorunlarımız büyük ölçüde aynı. Sendikalar yasası kökten değişmeli, özellikle 10 No’lu işkolu yeniden ele alınmalı.”
BU ORANLA TİS OLMUYOR
Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası Genel Başkanı Eren Edebali ise “Biz diğer emekçilerden farklıyız; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’na bağlıyız. Çalışma koşullarımız ve denetimimiz Milli Eğitim Bakanlığı tarafından belirleniyor” ifadelerini kullandı.
Edebali, konuşmasına şöyle devam etti:
“Özlük haklarımız, eğitim müfredatımız, görev tanımlarımız kamu öğretmenleriyle aynı ama biz kamu öğretmeni değiliz. Süreli sözleşmelerle çalışıyoruz ve toplu iş sözleşmesi hakkımız yok. Sendikamızda yaklaşık 13 bin üye var ama toplu sözleşme yapamıyoruz. Başka işkollarında 3 bin üyeyle bu hak elde edilebiliyor. Bu durum işyerlerinde sendikal örgütlenmenin önünü kesiyor. Süreli sözleşmeler nedeniyle haklarımızı topluca ve kalıcı olarak güvence altına alamıyoruz. Bu yüzden eğitim işkolu talep ediyoruz. Kamudaki öğretmenler gibi, özel sektörde çalışan öğretmenler de kendi işkolunda örgütlenmek istiyor. Bu kapsam daha da genişletilip ‘eğitim ve güzel sanatlar işkolu’ olarak düzenlenebilir. Sahne ve sanat emekçileri de benzer sorunlar yaşıyor; onlar da barajı aşamıyor.”
BirGün
https://www.birgun.net/haber/sanat-emekcileri-ve-ogretmenler-sendikalasmanin-disina-atiliyor-iskolu-bizi-sindiriyor-634204

